23 Şubat 2013 Cumartesi

Malzeme Bilimine Giriş


Eveeet, sonunda uzmanlık alanıma geldik. Termodinamiğe olan özel ilgim ve araştırmalarımla edindiğim bilgilerimle yazmış olduğum yazılarım sizler tarafından oldukça ilgi gördü. Öncelikle ilginiz için teşekkür ediyorum. Fakat bir Malzeme Mühendisi olarak, “Malzemelerin Mekanik Özellikleri” isimli yazı dizim uzmanlık alanıma girmektedir. Bu yüzden bu diziyi termodinamik dizisinden daha fazla irdeleyecek, örnekler gösterecek ve daha detaylı anlatacağım.
Her ne kadar diğer mühendislik dallarınca hak ettiği saygıyı ve yeri bulamasada, Malzeme Bilimi ve Mühendisliği çok önemli bir mühendislik dalıdır. İstediğiniz kadar kuramsal çevrimler, mekanizmalar ortaya koyun, o projelerin başarısı malzemenizin kalitesiyle sınırlıdır. Zaten bu yüzden Boğaz Köprüsünü Japonlara yaptırmak zorunda kaldık. Dünyaca ünlü dev firmaların malzeme geliştirme bölümleri harıl harıl çalışmasaydı, bugün hala ’60 model araçlarla aynı kalitedeki araçlara biniyor olurduk. Kısacası malzemesiz mühendislik olmaz diyebilirim. Peki, bu malzemeler nasıl gruplanır, özellikleri nasıl belirlenir ve nasıl karakterize edilirler? İşte tüm bu soruların cevaplarını her bir yazımda vereceğim. Bu haftaki yazımda, “Malzeme Biliminin” temellerine değineceğim.
Malzeme, etrafınızda gördüğünüz her şeydir. Bilgisayarınızın dış kaplaması, içerisindeki silikon çipleri, televizyonunuzun ekranı, arabanızın tüm parçaları vb.. daha bir çok örnek verilebilir. Fakat tüm bu malzemeler belirli gruplara ayrılarak incelenmesi kolaylaştırılmıştır. “Malzemeler hangi gruplara ayrılırlar ?” sorusuna, çoğu ilkokul öğrencisinin bile kısa süre düşünüp cevap verebilir. Bu sorunun cevabı kabaca, metaller, plastikler ve seramiklerdir. Fakat malzeme bilimi disiplinler arası bir bilim dalı olduğundan, akademik olarak bir cevap verilmesi gerekirse, “metaller, seramikler, polimerler, yarıiletkenler ve nano malzemeler” denebilir.
Metaller, insanlığın ilk çağlarından beri uğraştığı, şekil verdiği, kullandığı malzeme grubudur. Maden halde bulunurlar. İşlenilmeleri gerekir. Isıyla muamele edildiğinde şekil verilebilirlikleri artar. Eski çağlardaki metal malzemeler, topraktan üretilen –seramikler- malzemelere göre çok daha dayanıklılardı. Silahlar, avcı takımları, kap kacaklar hep metallerden üretilmiştir. Bunun sebebi, metaller geleneksel seramiklere göre hem daha sertlerdir hem de daha süneklerdir. Geleneksel seramiklerin çok rahat kırılıp, tuzla buz oldukları düşük seviyedeki düşme, çarpışma, burulma gibi etkiler altında kırılmaz, ya esner ya da çok az şekil değiştirirler.. Ayrıca, şekil bozunumuna uğradıklarında eski haline getirmek için birazcık ısıtmak yeterli oluyordu. Bu yüzden ilkel insan topluluklarınca tercih edildiler.
Ne zaman ki ilkel insan toplulukları yerleşik hayata geçip, tarım ve hayvancılık ile uğraşmaya başladılar, toplu yemek pişirmek, aletleri geliştirmek zorunda kaldılar. Metaller yemek pişirmek için uygun olsada, yemeklere kontamine –bulaşmak-  oluyorlardı. Ayrıca, silahları eritip dökmek içinde kaplar gerekiyordu. Yani sıcaklık karşısında kolay bozunmayacak, şekil değiştirmeyecek malzeme gerekliydi. İnsanlar, toprak ve kili farklı metal oksitler ile karıştırıp su ilave ettikleri yeni malzemelerini fırınlarda pişirince, bu yeni malzeme grubunun ısıya ve yüksek sıcaklığa oldukça dayanıklı olduğunu gördüler. İşte bu malzemeler, toprak temellidir ve bunlara seramik denir. İlk insanların ürettiği seramikler tabi ki, geleneksel, oldukça basit imal edilebilen ilkel seramiklerdi. Fakat, alüminyum, demir, bakır, pirinç gibi metal ve alaşımlarının eritilmesi için gereken sıcaklığa dayanabiliyorlardı. Büyük ve harlı yanan ateşlerde pişirecekleri büyük ölçüdeki yemeklerini de bu kaplara koyup pişirebiliyorlardı. Üstelik yemeklerde lezzetini kaybetmiyordu. Yine bu seramik kaplara içeceklerini koyabiliyordı. Su, süt gibi içeceklere kontamine olmuyordu. İşte tüm bu sebeplerde dolayı, geleneksel seramikler bugünlere kadar bize çok hizmet ettiler ve ilerleyen zamanlarda da edecekler.
1930’lu yıllara kadar insanlar iki malzeme grubuyla hayatlarını idame ettirdiler. Konserve dışında uzun ömürlü hazır yiyecek bulunduramıyorlardı. Çünkü ya metaller kontamine oluyordu ya da seramikler kırılıyordu. Ayrıca yiyecekleri izole ettikleri kapların maliyeti yüksekti. ’30 lu yıllarda polimer endüstrisini ortaya çıkmasıyla, poşetler, ambalajlar, jelâtin filmler bulundu ve hazır gıdacılık adında bir sektörde buna müteakip ortaya çıktı. Polimerler, metal ve seramiklere göre zayıflardı. Fakat hava ve su bariyeri olmaları, yiyeceklere kontamine olmamaları, seri imalat proses edilebilirlikleri yüksek olduğundan ve diğer malzemelere göre çok ucuz olduklarından endüstride hızlı bir şekilde genişçe bir yer tuttular.
Gelişen polimer endüstrisiyle, günümüzde hemen hemen heryerde polimerlere rastlıyoruz. Örneğin, kullandığımız araçların kütlece %30 u plastik ve kauçuk parçalardan oluşuyor. Plastik ve kauçuklar polimerdir. Bir insan ortalama olarak, yılda 2~4 kilogram çelik kullanırken, 15 kilogramdan fazla polimer kullanmaktadır. Şöyle bir etrafınıza bakmanızı rica ediyorum. Polimerlerin hayatımızda ne kadar fazla yer tuttuğunu görüyorsunuz değil mi?
’60 yıllarda transistör yerine ısınması beklenen ampulle üretilen radyolar hiç kullanışlı değillerdi. Silikon ve germanyumun yarı iletken olduğu anlaşılınca, uygulamada kullanmalarıyla ilk çipler, işlemciler ve transistörler üretildi. Böylece devasa radyolar, bir kalem pil büyüklüğüne indi, televizyonlar HD oldu, bilgisayarların verimleri ve sayısal işlem hacimleri neredeyse milyar kat arttı. Silikon ve germanyum hayatımızı öyle değiştirdi ki, Madde bilimciler bu tip malzemeleri ayrı bir grupta inceleme gereksinimi duydular ve bu grubun adınıda “yarı iletkenler” olarak belirlediler.
2000 li yıllara geldiğimizde, milenyum hastalığı hortlamıştı. Kanser! Gerek fast food’a karşı terk ettiğimiz ev yemeklerimizden dolayı, gerekse de GDO’lu, hormonlu yiyeceklerden dolayı kanser vakaları arttı. Bilim insanları kanser hücrelerinin farklı protein şifresine sahip olduğunu fark ettiklerinde, akıllarına ilk gelen şey, nano düzeyde üretilecek partiküllerin, kanserli hücrelerin yaydığı farklı şifreye sahip proteinlere saldırabileceğini ve sadece kanserli hücreyi öldürebileceği idi. Bu çözüm çok mantıklıydı ve uygulamada hastanın sağlıklı hücrelerini de tahrip etmiyordu. Bu buluşla birlikte madde bilimciler yine işe koyuldu ve üzerine kanserli hücreyi teşhis edecek protein reseptörlerini çaktıkları yapay nano elmas partiküllerini sentezlediler. Tabi ki, nano teknolojinin öncesi var. Fakat benim asrın buluşu olarak değerlendirdiğim buluş bu nano elmaslardır. Nano elmasın örneği aşağıdadır.



Bu yazımda, ana malzeme gruplarını tanıttım. Sizleri sıkmamak adına, “kristal yapıları” bir sonraki yazıma bırakıyorum. Takipte kalınız..



Okan Gençoğlu
Malzeme Bilimi ve 
Mühendisliği Öğrencisi

1 yorum: